KURUMSAL
SON DUYURULAR
Üyemiz Selahittin Özbozkurt, TRT Çukurova Radyosu'nda Gündemi Değerlendirecek
04 Kasım 2024Akademi Derneği Başkan Yardımcımız Dr. Fatma Yeşilkuş, Mersin 2. İdare Mahkemesi'nde Tarsus Üniversitesi'ne Karşı Açılan Dava Hakkında Kamuoyunu Bilgilendirdi
14 Ekim 2024Akademi Derneği Başkan Yardımcımız Dr. Fatma Yeşilkuş Akit TV'de Gündemi Değerlendirecek
03 Ağustos 2024Başkanımız Doç. Dr. Onur Başar Özbozkurt, TRT Çukurova Radyosu'nda Çalışmalarını Aktaracak
31 Temmuz 2024Doç. Dr. Onur Başar Özbozkurt ve Dr. Fatma Yeşilkuş, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu'na Kitaplarını Takdim Etti
30 Temmuz 2024Prof. Dr. Esat ARSLAN Yazarın Tüm Yazıları
Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dalında doktorasını ise...
Hemencecik, akşamdan sabaha “devlet olunacak, ol” deyince de devlet olunamıyor. Gördük, görüyoruz. Bir kere her şeyden önemlisi devlet denilen aygıt etkinlik üretemiyor. Bir pakttan çıkıp başka bir paktta kendine yer edinmek öyle kolay değil. Hele bir de savaştan çıkılıp kolun kanadın budanmışsa. Ayrıca, devletleşme sistematiğinde 10 yılın, 20 yılın ve hatta 31 yılın hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Gördük ki Rusya-Ukrayna çatışmasının bir başka parametresi de Ukrayna’nın devlet ciddiyetinden uzak bir tutum izlemiş olması. Bilmem fark edebildiniz mi? Hala bürokratik yazma kültüründen uzak durdukları İstanbul müzakere öncesinde açığa çıktı, Putin’in de isteği doğrultusunda yazma-yazışma kültürüne İstanbul müzakereleri sırasında kavuştular. Unutulmasın ki Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir bürokratik devlettir. Osmanlı Devletinden tevarüs eden Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinden biridir, ciddi bürokratik bir devlet olma parametresi. İstanbul müzakereleri sırasında Ukrayna Devleti ileriyi de görecek bir biçimde bir planlama rehberini, yol haritasını ancak kamuoyu önüne koyabilmiştir. Geçmişi ve geleceği kapsayacak tarzda askerî, ekonomik, bayındırlık ve siyasî konularını eskilerin deyimiyle tadat edebilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin tedris-i rahlesinden geçmek böyle bir şey.
Malum, Ukrayna Savaşının temelindeki sorun, Turuncu Devrimden sonra başlamıştır. Malum o dönemde ne Kuzey Akım-1 ne de Kuzey Akım 2 Projesi bulunmaktaydı. Avrupa’nın gazı Ukrayna üzerinden gidiyordu. Sibirya gazı bile buraya bağlanmıştı. Gelin görün ki, eski Sovyetler Birliği üyesi olma alışkanlığı ile Ukrayna bir yandan geçiş ücretine zam yaparken, kendi kullandığı gaza da para ödememeye başlamıştır, Soros’un etkisiyle. Ünlü finansçı George Soros bu işe bayağı bir para yatırmıştır. Ciddi de zarar etmiştir. Kuşkusuz diğer dünyaca ünlü dolar milyarderleri servetlerini en az bir, en çok 18,5 kat arttırırlarken George Soros’un serveti 2009-2019 aralığında yüzde 61 düşüşle, 18 milyar dolardan 7 milyar dolara inmiştir. Böylece siyasi faaliyetleri ile de tartışma konusu olan Soros, 2019 yılına kadar son 10 senede, her yıl ortalama 1,1 milyar dolar ve toplamda 11 milyar dolar zarar etmiştir. Soros'un dünya çapında organize ettiği ve çoğu da başarısızlığa uğrayan renkli devrimleri bu yüzden anımsanmaktadır. (1)
Aslında yapılan bu devrimlerin ana gayesi Rusya ile bağların zayıflatılması değil miydi? 2004 yılındaki Turuncu Devrim'den itibaren 2009 yılına kadar Ukrayna’nın Rusya'ya 2 milyar dolardan fazla borcu birikmiştir, doğalgazı kullanıyor, ama parasını bilinçli bir biçimde ödemiyordu. Gerekçe ise son derece basitti, RF Ukrayna’ya gaz vermek zorundaydı, gaz vermeye devam edecekler, Ukrayna’nın gazımı keserlerse Avrupa'nın da gazı kesilmiş olur” diye düşünüyordu. Bir yandan da AB’ye mesaj gönderiyordu, “beni korumazsanız siz de gaz alamazsınız” modunda hareket etmekteydi. Ayrıca ABD yönetimi de Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz vermesine Reagan döneminden beri Trans Sibirya Boru Hattı'nın açıldığı günden beri karşı çıktığı için, Ukrayna'yı kapalı kapılar arkasından destekliyordu. İşte sevgili okurlar, bugün Ukrayna'da yaşanan savaşın temeli, böyle atılmıştı. Ukrayna tarafından güdük bir politika peşinden gidiliyor ve buna da ABD tarafından sahip çıkılıyordu. Bu şekilde Ukrayna, kendisini iyice güçlenmiş hissediyor, NATO'ya alınacağını hayal ediyor, diğer yandan Rusya'ya rest çekerek Avrupa Birliği'ne gireceğini düşünüyordu. Vecibelerini yerine getiren sorumlu bir devlet kimliğinden çıkarak AB (D)'ye dayanmanın özgüveniyle, RF’ye olan borcunu ödemediği gibi, üstüne üstlük bir de geçiş ücretine zam yapmaya kalkışmıştı. Bunun Türkçesi açıkça Moskova'ya meydan okuyor, yapılan yasadışı uygulamayı bir anlamda “hem bedava gaz vereceksin hem de geçiş ücretine daha fazla para ödeyeceksin” demeye getiriyordu. Nihayet iplerin koptuğu, soğuğun katmerlisinin yaşandığı 2009 yılbaşında oldu, RF kesilmeyeceğine inanılan gazı kesti ve vanayı kapattı. Şu anda günümüzde de 01 Nisan 2022 tarihinden itibaren her ne kadar RF tarafından Kuzey Akım-1’den gaz alan ülkelerin doğal gazı akışı kesilmediği dillendirilse de aksine ruble ile ödeme yapmayı reddeden Baltık ülkelerine, Letonya, Litvanya ve Estonya'ya doğal gaz akışı kesilmiştir. Bu durum bir devlet ve Japon doğal gaz dağıtım şirketi kuruluşu “Conexus Baltic Grid” (Conexus JSC) yönetim kurulu başkanı Uldis Barış, tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. (2)
Ama esas mesele 1 Nisan 2008 tarihinde Bükreş’te toplanan NATO Liderler Zirvesinde alınan Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’nun III. Genişleme Kararı buna etki etti denilenebilir. Bükreş’te zirveden sonra yapılan NATO-Rusya Konseyi toplantısında genişlemeye şiddetle muhalefet eden Putin, "NATO kime karşı" diye sormuş? Economist Dergisi buna doğrudan şu cevabı veriyor: "Rusya’ya karşı." Gerçekten de durum bu kadar açık bir şekilde ifade edilmiştir. Aslına bakarsanız bu durum yanlış bir yanıt da değildi. Soğuk Savaş sonrasında NATO, terörizm ve kitle imha silahlarının yayılmasına karşı mücadeleyi başlıca hedefi olarak saptamışsa da NATO’nun stratejik amacının Rusya’nın açık veya gizli ihtiraslarını da frenlemek olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Daha doğru bir deyişle, RF, çok da doğal bir biçimde Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılmalarını bir tehdit olarak algılamıştır. Düşünün ki bu iki ülke NATO üyesi olurlarsa, Rusya Karadeniz’de kendisini NATO ülkeleriyle çevrilmiş olacaktı. (3) Bu açık tehdit üzerine RF, doğrudan doğruya gerek Gürcistan gerek Ukrayna’nın NATO ‘nun bir parçası olamayacağını alenen ilan etmiştir. Bu durum açıkça RF’nın bir beka sorunu ve bir “Rus Monreo Doktrini” olarak da açıklanabilir. ABD Başkanı James Monroe tarafından resmen 2 Aralık1823 tarihinde ABD Kongresine sunulan Monroe doktrini 1941 yılına kadar ABD siyasetinin bir nevi değişmeyen Anayasası olmuştur. Kısaca Monroe doktrini “Uzaktaki büyük gücün kesinlikle Batı yarım küresine taşınmasına ve arka bahçesine girişine izin verilemez.” şeklinde betimlenmiştir. Monroe doktrini öylesine etkili olmuştur ki; dünya politikasında ABD'nin siyasetini açıklığa kavuşturan Monroe doktrininden en ufak bir sapma gösteren liderine müsamaha dahi gösterilmemiştir. Bunun tipik örneği 1962 Küba Füze Krizidir. ABD'nin Türkiye ve İtalya'ya, SSCB'nin ise Küba'ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan; Ekim 1962'de dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getiren ve dünyayı nükleer savaş tehdidi altında bırakan bunalımdır. ABD Monreo öğretisini öne sürerek SSCB’ye meydan okumuştur. ABD “askeri güçlere Batı yarım küresinde izin verilemez” diyerek, Sovyetlerin Küba’da Cienfuegos’ta deniz üssü kurmasına da karşı çıkmıştır. Bu karşılklı meydan okumaların bir sonuç olarak, SSCB tarafından Küba’ya yerleştirilen füzeler kaldırılmış, Küba’da Cienfuegos’ta deniz üssü kurulamamış, karşılığında ABD'nin Türkiye ve İtalya'ya yerleştirilmesi planlanan nükleer başlıklı yerleştirilmesi fikrinden vaz geçilmiştir. Bu şekilde taraflar kendi arka bahçelerini belirginleştirmişlerdir.
Soğuk Savaş galibi NATO’nun iki genişlemesine evet diyen RF, III. Genişlemeye hayır demesini bilmiştir. NATO’nun Bükreş Liderler Zirvesi meydan okumasına karşılık, RF kategorik olarak yanıtlarını açık bir biçimde bütün dünyaya duyurmuştur. Ancak ABD kendisini nedense merhametli bir hegemonik bir güç olarak gösterme eğiliminde olmuştur. Bu bakış açısının doğal bir sonucu olarak da ABD olarak dünyada istediğimiz her şeyi yapabiliriz, “modu” içerisine girmiştir. Oysa RF kartlarını açık bir şekilde göstermiş ve 2008 Bükreş zirvesinde alınan karara karşı yanıtlamasını aşağıdaki gibi açıkça deklere etmiştir:
“Gerek Ukrayna gerekse Gürcistan NATO’ya üye olamazlar, defacto olarak üye yapılmaya yeltenirlerse üye hale gelemeyecek bir biçimde yıkılacaktır.”
Ukrayna’nın NATO’nun bir parçası haline gelmesi RF açısından varoluşsal bir tehdit olarak şüpheye mahal vermeyecek bir biçimde algılanmıştır. Bu yaklaşım açıkça meydan okumaya karşı bir meydan okumadır. Ayrıca RF tarafından da bunun doğru okunduğu değerlendirilmektedir. 1949 Vaşington’da imzalanan NATO Kuruluş Antlaşmasında açıkça betimlendiği gibi ‘Sınır sorunu olan ya da toprakları işgal altında olan devletler NATO’ya üye olamazlar. Üye oldukları anda “hepimiz birimiz için” hükmünü içeren ünlü 5’inci madde hükmü gereği NATO savaşa girmek durumunda kalır. Dolayısıyla Gürcistan ve Ukrayna gibi devletler toprakları işgal altında oldukça ya da bu topraklarından vaz geçmedikçe NATO’ya üye olamazlar. “
İşte bu nedenle bu betimlemenin doğal bir sonucu olarak unutulmayacak bir tarihte 08.08.2008 Pekin yaz olimpiyatları açılışından istifadeyle RF, Gürcistan’da Abhazya ve Güney Osetya müdahalesini gerçekleştirmiştir. Çok geçmeden beklenildiği gibi, ikinci gelişme 2014 yılında Ukrayna’da yeni bir ABD meydan okumasıyla karşı karşıya kalınmıştır. 2014'te ABD, Kiev’de demokratik olarak seçilmiş bir cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç'i deviren “Meydan Devrimi'nin finanse edilmesine yardımcı olmuştur. Senatör John Mccain ve ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Victoria Nuland, meydanda isyancılara tezahürat yaparken görülmüşlerdir. (4) Yanukoviç, Harkiv’e giderken konvoya ateş açılmış, ardından Şubat 2014'te Rus yetkililerin yardımıyla Kırım’a, oradan da Rusya'ya götürülmüştür. Yanukoviç görevden azledilerek yetkileri geçici olarak Oleksandr Turçinov’a devredilmesini müteakip, Turçinov erken seçim çağrısını onaylarken oligark olarak bilinen Petro Poroşenko cumhurbaşkanı seçilmiştir. 4 Mart 2014 tarihinde Putin, Ukrayna'daki gelişmelerle ilgili düzenlediği basın toplantısında Viktor Yanukoviç'i Ukrayna'nın meşru cumhurbaşkanı olarak gördüğünü söylemiş ve olayları anayasaya aykırı bir darbe olarak değerlendirmiştir. Ardından Ukrayna’ya bağlı bir yarımada olan Kırım yapılan referandumun ardından 18 Mart 2014’te bir askeri müdahale ile resmen Rusya’ya bağlanmıştır. (5)
Bu tarihten başlayan gerginlik Haziran 2021 tarihinde Karadeniz’de Rus karasularında bir muhrip gezdirmesi, ABD’nin de bir av bombardıman uçağını alıp Karadeniz’de Rus sahil şeridinde dolaştırmasını bir nükleer denizaltı askeri ittifak anlaşması olan İngiltere, Avustralya ve ABD arasında imzalanan AUKUS örgütlenmesi izlemiştir. Bu anlaşmaya ÇHC de büyük bir tepki gösterdiğini belirtelim. Bu meydan okumaya RF’nın meydan okuması gelmiş ve RF’nın, bu seferde Pekin’deki kış olimpiyatlarının bitiminden sonra yine anlamlı bir tarihte 22.02.2022’de Donbas’a çağrılı bir kuvvet olarak girmesiyle başlayan Ukrayna savaşı günümüze kadar bu şekilde gelmiştir.
Görüldüğü gibi, Ukrayna’nın 1991’den 2004 yılına kadar yerine getirmiş nötr devlet anlayışı ve bilfiil olarak üstlenmiş olduğu tampon devlet yaklaşımı bir hal tarzı olarak önümüzde bulunmaktadır. Ukrayna’nın bugünkü durumu İkinci Dünya Savaşından sonra Rusya’nın 10 yıllık işgalinin sona erdiği 1955’deki Avusturya Devlet Antlaşmasına fazlasıyla benzeşmekte ve birbirleriyle adeta örtüşmektedir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sözcüsü Dimitri Peskov da Ukrayna'nın Avusturya ve İsveç gibi tarafsız bir statüsü olabileceğini bu nedenle öne sürmüştür. Daha doğru bir deyişle RF bunu sıcak bir öneri haline getirmiştir, çünkü 1945’ten 1955’e kadar 10 yıllık bir Avusturya deneyimi vardır. 67 yıldan bu yana NATO üyeliğinden kaçınmış olan AB üyesi Avusturya tarafsız bir devlet statüsünü sürdürmüş ve sürdürmektedir. Batı, bu nedenle Ukrayna için çözümde en iyi çözüm olarak görünen "Avusturya modeli"nde neredeyse mutabıktır. Bir başka deyişle Rus ordusu çekilecek, buna karşılık Ukrayna da tarafsız kalacağını, özellikle NATO'ya girmeyeceğini taahhüt edecektir. Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun açıkça belirttiği gibi Türkiye için de “Avusturya Modeli”nin Ukrayna için de ideal bir çözüm olabileceği değerlendirilmektedir, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Soros 10 yılda 11 milyar doları 'Turuncu Devrim'lere mi harcadı? Aydınlık Gazetesi, 25 Ocak 2019; https://www.aydinlik.com.tr/haber/soros-10-yilda-11-milyar-dolari-turuncu-devrimlere-mi-harcadi-116323/Erişim Tarihi 03.04.2022/
(2) Rusya'dan gelen doğal gaz Nisan ayından bu yana Baltık ülkelerine akmıyor, 02.04. 2022; https://nra.lv/latvija/377267-kops-aprila-uz-baltijas-valstim-vairs-neplust-dabasgaze-no-krievijas.htm/Erişim Tarihi 03.04.2022/
(3) “Monroe Doktrini Nedir? Kısaca Dayandığı Esaslar Nelerdir?”, Milliyet Gazetesi, 10.06.2021; https://www.milliyet.com.tr/egitim/monroe-doktrini-nedir-kisaca-dayandigi-esaslar-nelerdir-6527921/ Erişim Tarihi 03.04.2022/
(4) Hakaret Diplomasisi: Biden'ın Putin'i Kötülemesi Yardımcı Olur mu? 01.04.2022; https://www.unz.com/pbuchanan/insult-diplomacy-does-bidens-vilification-of-putin-help/Erişim Tarihi 03.04.2022/
(5) Yiğit Çobanoğlu, “2014’ten bugüne Ukrayna Krizi”, Sol, 18.12.2021; https://haber.sol.org.tr/haber/2014ten-bugune-ukrayna-krizi-321062/ Erişim Tarihi 03.04.2022/